Tulum sesinin duyulduğu her yerde herkes eski günleri yâd eder çoğu zaman. Yürekleri paramparça eden sesini yüzyılların ağıtından almıştır. Öyle ki yarım kalmış sevdaları anlatır her tınıda her dokunuşta; “ander” kalır sevgili. Nağmelerinde yükselen manayı anlarız da biz kelam edemeyiz… Tulumla ilgili tarihi dokümanlara rastlanmaz. Tarihçe Anadolu veya Trakya üzerinden kıta Avrupa’ya taşındığı teorisi genelde kabul görmektedir. 17. yüzyılda bölgeye gelen Evliya Çelebi seyahatnamesinde “dankiyo tulum sazı” ve “Sazende-i dankiyo düdüğü” olarak tanımladığı enstrümanı Trabzon Lazları’nın icat ettiğini bildirmiştir. Bununla birlikte dankiyo kelimesi Antik Yunanca olup “Hayvan derisinden yapılmış torba” anlamına gelir. Homerus’un Odesusa adlı destanında geçer. 1923 mübadelesine kadar Rumlar tarafından özellikle Maçka ve Gümüşhane’de yoğun olarak kullanılmaktaydı. Günümüzde tulumun en yoğun ve tek enstrüman olarak kullanıldığı bölge Hemşinlilerin yaşadığı Rize’nin Hemşin, Çamlıhemşin, Hopa ve Erzurum’un İspir ilçesidir. Bununla birlikte Çayeli ilçesinden doğuya doğru Gürcistan sınırına kadar Lazlar ve Artvin’in iç bölgelerinde Gürcüler tarafından da geleneksel enstrüman olarak kullanılmaktadır. Sözlü tarihler de çok bilgi taşımamıştır günümüze. Tulumun bu coğrafyadaki tarihini, Hopa Hemşinlilerince anlatıla gelen çok az öykünün içine sıkışmış küçük ayrıntıları bir araya getirerek anlatmak istiyorum. Hemşin kavalını tanıtırken de bahsettiğim gibi, 1900’lü yılların başına kadar göçebe hayatı sürdüre gelen Hemşinlilerin, kaval ve tulumu kullandıklarını biliyoruz. Tulumun ilk versiyonu, Zibul denilen tekli sipsiden gelir. Zibul köy ve yayla yollarında çalınması çok güç olduğundan ona devamlı hava sirkülasyonu sağlayacak bir araç gerekli idi. Çobanların içine su, şarap, tan (Türkçesi: ayran) doldurdukları, oğlak derisinden yaptıkları tuluğ bu amaçla kullanılmaya başlandı. Daha sonra iki sipsiden oluşan nav düzeneği oluşturulmuştur. Nav, manda boynuzunun tereyağında kızartılarak yumuşak bir kıvama getirilmesiyle yapılır. En iyi nav bugün şimşir ağacından yapılsa da asıl olarak sarmaşık gövdesinden elde edilir. Bugün Artvin de yaşan Yusufeli’li Süleyman Sümenoğlu (Hodeçur köyünden), halen navi boyunuzdan yapmaktadır. Bu yazının oluşumunda da onun büyük katkısı vardır. Bugün halen boynuzdan nav yapımı Gürcistan’da devam etmektedir. Tulumla kültür daha bir canlı işlenir hayata. Tulumsuz düğün düşünülemez, olmazsa olmaz koşul tulumdur. Bu toprağın ezgisini sesinde saklayan tulum ve kemençedir. Bunlar yüzyıllarca ninnilerimizin, ağıtlarımızın, sevinçlerimizin, türkülerimizin varlığımızın mahfuzu olmuşlardır. Bunlar bilinmeyen tarihlerin bilinenine götürenlerdir. Aşağıda değişik kimselerden dinleyip kayıt altına aldığım tulumla ilgili türküleri paylaşmak istiyorum. Ah tulumuci tulumci Taktun kürekleruni Geriden gelenlerun Yaktun yürekleruni (Emine Ustabaş) Güzelliği dillere destan olmuş Emine Ustabaş’ın söylediği bir türküdür, 1950’lerde. Çavuşin (Çavulu) köyünden Zaluna (Koyuncular) köyüne düğünden dönerken söylenmiştir… Emine de töre kurbanı olmuştur… Tulum ince sesune Sevda mi işlemişler? Sen sevdalum dedukçe Yari ela vermişler…. Tulum yanuktur sesun Yüreği verem eder Sevdasine varmeyen Gizli gizli ah eder… (Muslioğli Hatice Aksu/Başoba köyü) Yüksek dağun suyi Akma içmeyeceğum Bu sena yaylelera Yarsuz gitmeyeceğum (Hiçoloğli Zeliha/Çamlıhemşin-Hala köyü) Vala pantul potuftur At binenda duz olur Çalma tulumci çalma Karasevda güç olur… ( Rabiya Vayiç) Da tulumci tulumid Dige azdan kayita Vardali ğhağoğnaus Kape şenoun kapna…. (Rabiya vayiç) *Türkçesi: Tulumcu tulumunun Derisi keçinin karnıdır Horon oynayanların Ağzı köpek ağzıdır Harun Aksu / BirYaşam Dergisi *Bu yazı Bir Yaşam dergisinin özel izniyle Patikaa.com’da yayınlanmıştır. Bir Yaşam yazılarını yayınlamaya devam edeceğiz.