Eskiden, şimdilerde artık klasik sayılan fotoğraf makineleriyle resimler çekilir, büyük bir sabırsızlıkla film şeridinin bitmesi beklenir, tap ettirilirdi. Heyecan büyüktü; çünkü şimdiki gibi makineye yansıyan fotoğrafı görmek ve istediğinizi seçmek, üzerinde değişiklikler yapmak gibi bir lüksünüz yoktu, çıkan görüntüyü kabul etmek zorundaydınız, silip atamazdınız. Her seferinde, fotoğrafçıdan alınan fotoğraflar, tek tek incelenir, hepsinden ayrı bir heyecan ve haz alınırdı. Çünkü sizi olduğunuz gibi yansıtırdı elinizde tuttuğunuz dikdörtgen kesit. Özel bir biçimde, her türlü dış etmenden korumak ve ölümsüzleştirmek amacıyla albüm ceplerine, genelde de çekim sırasına göre, itinayla bir bir yerleştirilirdi. Sadece kendi içimizde veya bize yakın kişilerle paylaşırdık yaşanılanları, yeter de artardı bu bize, yayma ihtiyacı hissetmezdik alakasız yerlere ve kişilere. Gerçekti yaşanılanlar, kişilerle diyaloglar daha samimi ve içtendi. Şimdilerde ise, geçmişin aksine, hayat, o kadar çok sanal ortamda yaşanılmaya alışıldı ki, bir gün haber kaynağında neler olup bittiğine bakmadan yapamaz hale geldik. Millet nereye gitmiş, ne giymiş, kimlerle eğlenmiş, nasıl bir makyaj yapmış, ne almış, hepsiyle en ince ayrıntısına kadar ilgilenmeye adamış gidiyiz kendimizi. O kadar ki, bunların yapılmadığı süre zarfında kendimizi, canı sıkılmış, gergin bir vaziyette bulur olduk. Nedeni, boş vaktin fazla olması mı, yoksa doyumsuzluğun vermiş olduğu merak duygusunun önüne geçilememesidir tartışılır lakin geniş bir zaman dilimi bunlarla harcanıyor oldu. Kendi hayatımızdan kendimizi soyutlayıp, en uzağımızdaki kişinin bile yaşamına dahil olmak büyük bir alışkanlık oldu bizim için. Kendi hayatımıza yabancılılaşmış, kendimizi, yaşadıklarımızı, benliğimizi unutmuş gibi dolanıp duruyor, hatta deyim yerindeyse savruluyoruz.

Sanal ortamda herkes takipte ya, hayat akışı da buna göre şekillendiğinden, kendi istek, arzu ve hislerimizi bir kenara itip, kendimizce başkalarının yaptıklarından geri kalmamak adına ve “şov” dünyasına ayak uydururcasına gidilecek yerler, giyinilecek kıyafetler özenle seçiliyor elbette. Çünkü resimler çekilip eklenecektir, daha eve geri dönüş yoluna çıkılmadan. Bu yüzden yediğiniz yemekten, içtiğiniz içkiye, affedersiniz ama deyim yerindeyse nerdeyse taktığınız “boynuza” kadar her şey büyük bir önem kazanır duruma geldi. Çünkü bunlar size saniyeler, hatta saliseler sonra “beğen”i ve “yorum” olarak geri dönüyor takipçiler tarafından.  Kaç beğeni alındığı ve kimlerin nasıl yorumlar yaptığı da hiç şüphesiz büyük bir önem arz ediyor. O yüzden, en güzel yorumu ve en fazla “beğen”iyi toplamak için büyük bir çaba sarf ediliyor hiç kuşkusuz.

Süreç nasıl mı işliyor? Küçük bir örnekle ele alalım; mekana girildi, herkes yerini aldı, ceketler çıkarıldı ve içkiler yemeklere eşlik etmek için hazır. Sohbet bahane, fotoğraflar şahane ya, artık pozların takınılma sırası geldi. Bir bakıyorsunuz, arkadaşlar, aileler sergileyebildikleri en içten gülümsemeleriyle kameraya karşı poz veriyorlar. Duyulan heyecan, yüzlerdeki gülümseme, birbirlerine olan temas, içteki samimiyeti anlatmak adına değil, oluşturulması muhtemel en iyi tabloyu yakalayabilmek adına malesef. Bu açıdan da, tabi ki fotoğrafın nasıl çıktığı kontrol edilecektir. Hiç çirkin çıkmış veya kilolu gösteren bir fotoğraf sergilenir mi! Mümkün mü “herkesin bildiği bir şeyi” çekilen karede yansıtmak. Renklerle, açılarla oynanacak ki herkes şaşırıp kalsın, bir yandan da sadece somut duygularla ilgilenen kesim kıskanadursun nasıl bu kadar kusursuz çıktı diye. Bu furya içerisinde herkesin unuttuğu bir nokta var, o da sizi sanal ortamda takip eden kişinin aslında sizi yeterince biliyor olması. Yani şık bir kıyafet de giyseniz, süper bir makyaj da yapsanız, dünyanın bir ucuna seyahatler gerçekleştirebilmek için borçlar altına da girseniz, siz değişmiyorsunuz, bürünmek istediğiniz o mükemmel kişi olarak poz verseniz de o kişi olamıyorsunuz, çünkü özünüz bu değildir. İstediğiniz duruşu sergileyin veya istediğiniz şekli alın, açı değişse de, fotoğrafın özündeki kişiyi değiştiremiyorsunuz, kendinizi iç dünyanızdan ne kadar soyutlasanız da cüzdanınız içerisinde bulunan kimlik bilgileriniz ile kişilik yapınız içindeki benliğiniz aynı kalıyor, onlarda herhangi bir değişim söz konusu olmuyor ne yazık ki.

Bu gün 3 Aralık Dünya Engelliler Günü Bu gün 3 Aralık Dünya Engelliler Günü

Evde tartışması neredeyse hiç bitmeyen, birbirlerinin yüzüne bile bakmak istemeyen, paylaşımları sıfıra inmiş eşler, dostlar bile, birbirine sıkıca sarılmaya çalışıp, mutluluğun resmini çizmekten geri kalmıyor. Şunu merak ediyorum o fotoğraf çekilince ve “işte mutluluğun resmi, Allah sizi ayırmasın!” diye altına yorum yazılınca tüm olumsuzluklar silinip, yerini güzelliklere ve huzura mı bırakıyor? Günümüzde ayrılıkların, mutsuzluk ve intiharların artış göstermiş olması, ısrarla sergilenmeye çalışılan tabloyla çelişkili bir ilişki kurmuyor mu? Tabi ki sergilenen tutum, yapıcı bir katkı sağlıyorsa, yapılması ile ilgili hiçbir olumsuz sözüm yok ama inanın sizin için güzel temennilerde bulunan kişilerin bile çerçeveye bir inancı yok. Spontan gelişiyor her şey ve yaşanılan bu durum da söylenebilecek sözü desteklercesine “körler sağırlar birbirini ağırlayıp duruyor” oturdukları yerden. Şayet takip eden kişinin sergilenen tabloya inancı olsa bile, bu, ne yazık ki ne sizi, ne de ilişkinizi kurtarabilecek erdeme sahip! Kabul edilmesi ve farkındalık kazanılması gereken güç ise kendi içinizdeki duygularda, cesarette başlayıp, aynı yerde son buluyor.

Gerçek anlamda heyecanını, sevincini, huzurunu içinizde yaşayabileceğiniz, samimi ve derin ilişkilerle mutluluğun resmedildiği çerçeveler içerisine dahil olabileceğiniz bir yaşam sürebilmeniz dileğiyle...

 

 

                                                                                                                                                      Ayşe Düzbeyaz

Editör: TE Bilisim