Sağduyulu solcular, milliyetçiler, liberaller, muhafazakârlar…

Bu toprakların ekmeğinden yiyen kim varsa…

Türkiye’miz küresel bir operasyonun parçası olduğunu ABD’nin Ankara büyükelçisinden duyduk. 17 Aralık 2013 operasyonu “bu günden sonra bir imparatorluğun çöküşünü izleyeceksiniz” diyen büyükelçiye bakıp kulak verin!

Bakmak ve kulak vermek yeterli mi?

Hayır.

Düşünebiliyor musunuz; ülkeme operasyon yapılırken ana muhalefet partisinin genel başkanı da ABD büyükelçisine gidiyor…

Talimat mı veriyor yoksa talimat mı alıyor?

Siz takdir edin.

Olup bitenleri iyi tahlil etmek için resmin tamamına bakmak lazım. Ülkemizin nereden nereye geldiğini gördük. Adamlar haklı; endişeleniyor, kaygıları dinmiyor. Türkiye’nin “yeniden dünya devleti” olma yolunda kat ettiği mesafeyi gâvur gördü de biz göremiyoruz ya, ona hayıflanıyorum…

Efendim “yolsuzluk var mı yok mu sen onu söyle” diye tutturdular. Bütün benliğimle, politik mülahazalarımın ötesinde bir şey söylüyorum; eğer yolsuzluk varsa bunun yolu var, yordamı var. Ama esas yolsuzluk ne biliyor musunuz; “birileri delilleri ortaya koymadan yolsuzluk var diye feveranı basıp milyarlarca dolar devlete zarar ettiriyorsa”, işte onda biraz düşünmek lazım!

Hizmetin olduğu yerde yolsuzluğun olmadığını iddia eden varsa saftır. Bizim karşı çıktığımız şey; kaş yapayım derken göz çıkartmaktır!

Eskiden ülkenin hâli pürmelâli neydi şimdi neredeyiz dedik. Bir gecede milyarlarca doların iç edildiği zamanları unutmadık…

Ülkemin gidişatı iyi ama iyilik başa belaymış!

Ne yani, teslim mi olalım?

Başbakan da “milletim, milletim” diyor. Birileri de çıkıyor ve millete rağmen milletin tersine iş yapıyor. “Cürmümeşhut”, olmasın diye “bedduaya” sarılıyor. Yakında rüya âlemleri ile hadiseleri tefsir etmeye başlarlarsa şaşırmayın. “Türkçe olimpiyatlarında Hz. Peygamber cümbüşe teşrif ederken, Rabia meydanına uğramamak” olur mu?

Oluveriyor işte…

İstişareye dayanmayan “mistik bir İslam algısıyla efsunlanan” bir camia ve o camianın edilgen yapısı, ülkemizi nasıl zora soktuğuna şahit oluyoruz.

Efendim “kardeşlik hukukuna zarar verilmesin” deniyor. Doğru; ama bu hukuku “avam” değil “havas” korumalıdır. “Beddua” ederken düşünülmelidir. Yani burada etkin ve yetkin insanların kollayıp gözeteceği bir hukukilik söz konusuysa, muhatabı halk değildir. Halkın özgürce tartışması rahatsızlıkda verebilir.

O halde; kendilerine çekidüzen vermesi gerekenler kim?

Bir taraftan “devletin hukuku”, diğer taraftan “kardeşlik hukuku” varsa, devletin ve milletin hukukunu önceleyen hükümeti alaşağı etmenin mantığı ne?

Samimi, alnı secdeye inen insanların gayretli çalışmalarını kimse eleştiri konusu yapmıyor ki!

Eleştirilen konu; camia içindeki “edilgen” yapıdır. Uluslar arası güç odaklarının bu yapıyı kontrol etmesidir. Bundan dolayı “camia” kendi çizgilerine dönüp “cemaat” olma yolunda “Kur’an ve sünnet davasına hizmet etsin” denmektedir. Hassasiyet sahibi insanların kanaati budur…

“Tayyip gitsin de ne olursa olsun, yeter ki bizim menfaatimize halel gelmesin” deme lüksüne sahip olamazlar…

Bu anlayışa “isyan” etmek, “abi-kardeş” hukukunun gereğidir…

Ya Allah aşkına; Tayyip gittiğinde ülke selamete mi erecek?

Bu nasıl kin?

Bu nasıl nefret?

Bu nasıl vatanseverlik?

Birileri gâvurun kullandığı dili Türkçeye çevirip konuşuyor. Sonra da aynı dili basın yayın organıyla gâvurun anlayacağı dile çeviriyor. “Nükleer santral kurup atom bombası yapacaklar” deyip devletimizi gâvura gammazlıyor…

Tayyip Erdoğan boşuna “İstiklal savaşı veriyoruz” demedi. Bin kere haklı…

Gezi olaylarını hatırlayalım. Gâvurlar Taksim’de cirit atarken bağrına basanlar; şimdi Almanya’nın meydanlarında ne onlar var ne de siz oraya ayak basabiliyorsunuz!

Biraz sıkar değil mi?

Adamlar TRT’ye tahammül edemediler ve kapattılar. Millilik bu işte!

Adamlar ülkesini seviyor, kolluyor. Bizimkiler de ülkesini gammazlıyor, şikâyet ediyor!

Al sana Batı…

Demokrasiymiş, özgürlükmüş, insan haklarıymış, nerdeeee...

Siz, siz olun ve bu toprakların mayasını ifsat etmeyin ve de ettirtmeyin!

Düşünsenize; bu nasıl yolsuzluk ki her şey başbakanda, MİT’te ve dışişleri bakanında düğümleniyor…

Bu nasıl yolsuzluk ki milli bir banka bir anda batırılmaya çalışılıyor, ülke milyarlarca dolar zarara uğratılıyor…

Bu nasıl yolsuzluk ki bir anda uluslar arası güçler devreye giriyor…

Anlamamakta ısrar edenler için şu vereceğimiz örnek yeterli olacaktır. 3. Dalga operasyonu için düğmeye basıldığında polis savcıdan gözaltı ve arama kararının hukuki belgelerini talep eder. Savcı hazretleri de polislere “onları sonra iletiriz, sorun çıkarmayın” telkiniyle geçiştiriyor…

Oooh, ne ala memleket!

Bu operasyonlar bana tarihi bir gerçeği daha hatırlattı. İstiklal mahkemelerinde de “sanığın idamına, şahitlerin bilahare dinlenmesine” denmişti…

Mantığının nasıl işletildiğini görüyor musunuz?

Aynı mantık işletiliyor!

“Hukukilik” bunun neresinde?

Ortada “suikast” var…

Operasyona uğrayan hükümet, ceremesini çeken devlet ve millet. Peeeee…

Yapılanları “darbe” diye niteleyenleri haksız çıkaracak bir gerekçe söyleyin bana, var mı?

Hukuk dilinde “niyet okuma” diye bir yaklaşım olsa, bunu ‘iyi niyete’ mi yormalıyız?

Yok, yok böyle bir şey!

Ne vicdani bir gerekçe var ne de hukuki!

İyisi mi, yine söylüyorum; Allah devletimize bir zeval vermesin.