Geçtiğimiz hafta “Nerede o eski günler…” başlığını kullanmış, eski günlere dair uzakları yakın eden telefonu ele almıştım. Bu haftaki yazımda geçen haftanın devamı niteliğinde olacak. Tabi ki, öncelikle Nazife halanınAlamancı oğluyla manyetolu telefon vasıtasıylakonuşmalarına ve kısada olsa hasret gidermelerine aracı olacağım…

Merkez postaneden Almanya bağlantısının hazır olduğu bilgisi geldikten sonra, Nazife halanın evini arayarak; “Xala, Alamancıdidi bere skanişkalaosinapu şeni t’ilifonikomeginkori, nikvataşanıisinapi.” (Hala, Alamancı oğlun ile konuşabilmen için telefonda bağlantı kurdum, kesilene kadar konuşabilirsin) der demez, aldığım cevap; “En nadudimegakçina şu kuletinaskudare e bereşkimi” (Saçların ağardıktan sonra da ömrün uzun olsun çocuğum) olmuştu…

Yaklaşık 8 dakikalık telefon görüşmesinden sonra, Alamancı oğlunun nasıl olduğu sormak için Nazife halayı aramıştım. Ben daha “Alo” der demez; e bereşkimi, şkimde mu gorum, ar do mi3vi? (Çocuğum, benden ne dilersen dile, bir söyle bakalım) ile başlayan yarı Lazca yarı Türkçe sözlerle teşekkürlerini dile getirmişti. O zamanın şartlarına göre Alamancı evladından haber alamayan anneyi sevindirebilmiştim ne mutlu bana…Nazife hala, doğduğu yer olan Ğomuyniavla’ya (Merkez Cami Mahallesine) geldiğinde her fırsatta annemle sohbet ederdi…Almanya’daki oğlu ile yaptığı telefon konuşmasından birkaç gün sora doğduğu mahalleye giden Nazife hala, geleneği bozmadan annemle buluşup, uzun uzun sohbet etmiş veanneme; Heva,Ekremi sakanı, nagolovilitudğalepe ora Alamanci Ali şkimişkalatilifonitedomosinapapu. Mu ço gi3va  himtilifonişuk’ule, gurihikk’u pampa mayu. HeşeniEkremimoy u3omer, Alişkimimçalaençili ora moyit’aşaniEkremiteyubimuğasen. (Havva, oğlun Ekrem, (göbek adım Ekrem) geçtiğimiz günlerde Almanya’daki oğlum Ali ile beni telefonla görüştürdü. Nasıl söyleyeyim, o telefon konuşmasından sonra yüreğim o kadar hafifledi ki… Ekrem’e bir şey söyleme. Oğlum Ali mısır ekinlerinin kaldırılma döneminde izinli olarak eve gelecek. Gelirken de Ekrem’e kaset çalar getirecek.) demişti.

Annem, 35 gün boyunca Nazife halanın oğlu Ali tarafından getirilecek hediye ile ilgili hiçbir şey söylememiş, ne zaman ki, köyde “Alamancılar gelmeye başladı” dedikoduları yayılınca, bana dönüp “Alamancı Ali dayın birkaç gün sonra gelecek ve sana bir hediye getirecekmiş. Ama hediyenin ne olduğunu bilmiyorum, gelince anlarız.”demişti.

Bu haberi mahalledeki arkadaşlarıma anlatmış,hediyenin ne olacağı konusunda herkesi merakta bırakmıştım. Çünkü ben de bilmiyordum ve asıl merakla bekleyen de bendim. Günler birbirini kovalamış ve Alamancı Ali dayı evine gelmişti. Annemle birlikte bir akşamüstü Ali Ketenci dayının evine varmıştık. Annemin sesini duyar duymaz kapıya Ali dayı çıkmış, Hevaabulamoymoxti, çumanişimameftart’u. (Havva ablam buraya kadar ne zahmet ettin, sabahleyin ben gelecektim.) diye cevap vermişti.

 Kapıdaki seremoniden sonra içeri girmiştik… Ev öyle kalablıktı ki… Herkes, Ali dayıya bir şeyler soruyor, bense hediyenin ne olduğu konusundan başka bir şey düşünemiyordum. Ali dayının eşi Hatice yenge heyecanlı bekleyişimden anlamış olacak ki arka odadan küçük bir bavulu alıp annemin yanına koymuştu… Ali dayı; Hevaebula, himbayuliAlamanyaşaskani şeni moviği. Ekremişkimi ti mutxakomovuği, oxorişaidatınako 3edaten. (Havva ablacığım, bu bavulu Almanya’dan senin için getirdim. Ekrem’e de bir şey getirdim. Eve gidince açıp bakarsınız.) demişti.

Alamancı Ali dayının evi dolup taşıyor, herkes merakla bir şeyler soruyor, sunulan ikramlardan yiyerek bir köşeye oturuyorlardı…Ne yalan söyleyeyim, evde en çok duyduğum kelime Alamancı olmuştu.  Meraklı olan komşularımızın soru cevaplı sohbetleri uzadıkça uzamış, bense bavulun açılmamış olmasının ben de yarattığı merakla biran önce eve gitmenin hesabını yapar olmuştum…