Selçuk Balcı, Karadeniz müziğinin yeni kuşak yükselen isimlerinden. Türkülerinde sevda, özlem, öfke, umut ve direniş var. Balcı, Karadeniz kültürünün karikatürize edilip belli kavramlarla sınırlandırılmasından rahatsız. O yüzden, “Karadeniz’in sadece horon olmadığını anlatmak için yola çıktı gençler. Karadenizli gençler müzik yapmanın peşinde, dertleri hayata dair. Çünkü müzik can simidi, çünkü müzik şifalı…” diyor.

- Kimdir Selçuk Balcı, nedir derdi, hikâyesi?

Rize’de 1988 yılında doğdum. İlkokuldan sonra, Ankara’ya yerleştik ve o günden beri Ankara’da yaşıyorum. Küçük yaşlardan itibaren müzikle kardeş gibi büyüdüm. Kemençe ile hayatını sürdürüyorum. Dışarıdan nasıl görünüyorsa öyleyim aslında! Bildiğim tek şey müzik, müzik olmasa işe yaramaz bir adam olurdum, aslında üşengecim pek çok şeye. Müzik beni harekete geçiriyor, dünyanın diğer ucuna bile giderim, her şeyi göze alırım müzik sevdam için. Zaten müzik bir dert işi, hissetmeden, anlamadan, anlatmak istemeden olmaz.

- Karadeniz müziği, Karadenizli gençlerin ellerinde, sözlerinde yükseliyor.

Karadeniz türküleri sevdasını, özlemini, öfkesini, umudunu coğrafyasına benzeterek anlatır. Mesela, “Duman dağı sarıyor, ben yâri saramıyorum” diyor.
Görmek ile bakmak arasındaki fark işte bu. Ben dağlara yalnız çıkmayı severim, izlerim duman dağı nasıl sarıyor, nasıl düşüyor yaprak sararıp yere. Mesela deli dolu akan derelerdir bize besleyen. HES’ler ile yağma ve talan etmeye çalışıyorlar derelerimizi. Ben dozerin üstüne çıkamam belki, ama müziğimle ona karşı durup, direnebilirim. “Diren Karadeniz” de zaten böyle ortaya çıkmıştı ve herkese ulaştı, duyurduk işte sesimizi. Yağma ve talan ülkenin her yerine ulaştı. İnsanların gözünü para hırsı bürümüş. Bir Kızılderili atasözü var ya “İnsanlar paranın yenmeyecek bir şey olduğunu anlayacak gün geldiğinde” ama işte o zaman çok geç olacak. Biz topraklarımızdan göç etmek zorunda bırakılıyoruz, yeni sahipleri avuçlarını ovuşturuyorlar hırsla.
Bizden sonra ki nesil adına kimse karar veremez, dereden oynamadan büyüyen çocuklar olsun istemiyorum.

selcukbalci3- Kâzım Koyuncu’ya ve diğer pek çok müzisyene Karadeniz müziğinin daha çok duyulması adına çok şey borçluyuz değil mi?

Tabii ki borçluyuz! Kâzım Koyuncu, Fuat Saka, Birol Topaloğlu, Gökhan Birben gibi üstatlar Karadeniz müziğinin dikkate alınmasını sağladılar. Daha eski dinlediğim isim verebileceğim pek çok yöresel sanatçılarımız var, ama kitlelere duyurma anlamında ve gençlerin Karadeniz müziğine odaklanması, tulum, kemençe çalmaya başlamasını sağlamak noktasında en çok emek verenler saydığım sanatçılarımız.

- Hep derin bir melankoli var müziğinizde.

En son Sinop Cezaevi’nde bir yazı görmüştüm, çok utandım! Tanıtıcı yazısında “Burası pek çok şaire ilham kaynağı olmuştur” diyordu. Bununla övünüyordu yani, bu nasıl iş? Nasıl derin bir acı, özlem ve umut olmasın müziklerimizde şimdi. Ama Karadeniz kültürü sığlaştırıldı. “Temel, hamsi, Fadime” gibi üç dört kavramdan ibaretmiş gibi gösterildi. İşte gençler bunun ötesine geçti, bunu aşmanın derdindeydiler. Karadeniz insanı hep karikatürize edildi. Sürekli horon oynuyoruz sanıyorlar. Bu coğrafyanın ağıtları da büyük. Çünkü bu coğrafya çok zengin, kültürleri, dilleri, hikâyeleri derin ama bunların üstü yalnızca “Türklük” ile övünmek ile kapatılıyor. Başka dillerde şarkı söylediğimiz zaman taşlanıyoruz, eleştiriliyoruz ve daha neler neler… Benim albümüm de Rumca var. Ona bile tahammülleri yok! Bunlar zenginlik ve tüm halklar kardeş, var mı bunun ötesi? Karadeniz’in sadece horon olmadığını anlatmak için yola çıktı gençler. Karadenizli gençler müzik yapmanın peşinde. Müzik can simidi, müzik şifalı… Popüler olmak değil dert, para kazanmak değil. Mutlu olduğunu işi yapmak, bunu paylaşabilmek, paylaştıkça çoğalmak.

- Mesela okullarda önce flüt dayarlar, sonra gitar. Ama ne bağlama ne kemençe gelir akıllara.

Sahip olduğumuz, özümüze ait ne varsa küçümsemeye, tukaka demeye, hor görmeye alıştırılmışız biz. Eskiden kemençe düğünlere bile gazeteye sarılıp sokulurmuş. Kemençe bir dünya enstrümanı, oktav olarak dar biraz ama her şeyi çalabilirsiniz onunla. Büyük müzikler yakalayabilirsiniz, ruha dokunursunuz. Köy düğünlerine bile klavyeler geldiğinde herkes işlerin daha “modern” olduğunu düşünmüştü, sonra küçük kapalı düğün salonlarında klavyelere ve limonata pastaya teslim oldu insanlar. Halbuki düğün coşku demek, canlı müzikle hareket ve paylaşmaktır mutluluğu. Bilgisayardan vermesesi, enstrümanı görsün dinleyici, tanısın anlasın, hatta dokunabilsin. Yeni dünya düzeni böyle bir şey işte… Önümüze ne sunuluyorsa onu yiyiyoruz, onu giyiyoruz, onu kullanıyoruz. Sonra değiştiriyorlar hepsini ve biz yine alıyoruz. Üzüntüm herkesin buna alışmış olması.

selcukbalci4- İlk albümünüzün ismi “Patika”ydı. Bu ismin özel bir anlamı var mı?

Önce Nurgül Yeşilçay sonra Zara! İki isim de saçlarıyla oynadı Önce Nurgül Yeşilçay sonra Zara! İki isim de saçlarıyla oynadı

Çocukken oynarken, koşarken düşüp dizimizi kanattığımız yollardır patikalar. Ve köylerde araba yolu yokken, omuzunda tomruklarla çarşıya inip tuz, şeker, ekmek yemek getiren dedelerimizin geçtiği yollardır patikalar. Ben de müziğe albüm anlamında attığım ilk adımın ismi “Patika” olsun istedim

– Bestelerinizi nasıl yapıyorsunuz?

Derdim olduğu zaman daha çok beste yapabiliyorum. O yüzden çoğu eserlerimiz hüzünlü oluyor. Bir tarifi yok aslında. Enstrümanıyla dertleşen herkesten bir beste çıkabilir. Deniz üstünde fenerin bir hikâyesi yok, yine kemençe çalarken birden o ezgi geldi aklıma. Çaldım, sonra da oturup sözlerini yazdım.

- Bugüne gelebileceğinizi düşünmüş müydünüz?

Konserler sahneler olmasaydı da boşluğa düşmem, evimde oturur çalarım, dinlerim, hiç dert değil. Ama günün birinde müzik yapma hakkım elimden alınırsa işte sıkıntı o zaman başlar. Elbette hayallerim var, dünyanın büyük meydanlarında coşku ve umut dolu insanlara müziğimizi dinletmek istiyorum.
Kaynak:Patikaa.com

Editör: TE Bilisim