SON DAKİKA.... SON DAKİKA.... SON DAKİKA.....

AK Parti İstanbul İl Başkanlığı'na Rize Çayeli ilçesinden olan Selim Temurci getirildi. Açıklamanın yarın yapılacağı bildirildi.

Turizm için yerel yönetimlere çok iş düşüyor

Rize'li hemşehrilerimizle sohbetlerimize bu hafta Reis Makina'nın Genel Müdürü Selim Temurci ile devam ediyoruz.

*Selim Temurci kimdir? Önce sizi tanıyabilir miyiz?

1970 Çayeli doğumluyum. İlkokulu bitirdikten sonra bir süre Kur'ân kursu tahsilimiz oldu. Ondan sonra Çayeli İmam Hatip Lisesine başladık. 1991 yılında, mezuniyet sonrası İstanbul'da Boğaziçi Üniversitesine geldim. Çayeli'ni 20 yaşında terk ettik. Ama Çayeli'nde sadece okuyan bir öğrenci değil, sivil toplum kuruluşlarının içinde de yer aldık, bu çalışmalarımız Rize'de devam etti. Hatta üniversite yıllarımızda da bu faaliyetleri sürdürdük.

Çayeli’nde çok güzel dostluklarımız oldu. Gerçekten Rize'ye ve Çayeli'ne her gittiğimizde yaşadığımız her şeyin çok değerli olduğunu bize hatırlatan anılarımız var. Çayeli'nin herhangi bir köyünden olup, orada yaşamış birinin, Çayeli sözünü duyup da heyecanlanmaması imkânsız. Biz her ne kadar 1991 yılından beri İstanbul'daysak da, anne babamız, ailemizin bir kısmı ve işi orda. Dolayısıyla her sene çoluk çocuk, kendi köyümüzü, kendi yöremizi, akrabalarımızı ziyaret ederiz. Özellikle çocuklarımızın gelenek ve göreneklerimizi bilerek yetişmesinde bu ziyaretlerin faydasını görüyoruz.

Hayat bir süreç, bizler bazı şeyleri büyüklerimizden devralıyoruz, bir sonraki nesre aktarırken, bunun planlanmasını çok iyi yapmak gerekir. 1991’de Boğaziçi Üniversitesine geldiğimizde, tabi biz imam hatip mezunuyuz, o zaman bir engel yoktu. Ben Boğaziçi Üniversitesini bilinçli olarak tercih ettim. Biraz hızlı başladık, üniversiteyi bir dönem önce bitirdim. Üniversite döneminde Sultanahmet’te tercümanlıkla başlayan, dış ticaret firmalarında par-time çalışmaya başladım. Ve üniversite hayatı boyunca sürekli çalışan biri oldum. Bunun çok önemli olduğunu düşünüyorum.

 


Üniversite’de okurken çalışmak, gelişiminizi nasıl etkiledi?

Üniversite literatür anlamında, akademik bilgi anlamında insana çok şey katıyor. Ama o bilgiyi o kitaplarda okumuş olduğunuz değerleri hayatın içine koyamazsanız, bir süre sonra sadece diploma sahibi birisi oluyorsunuz. Dolayısıyla benim geriye dönük baktığımda Çayelili olmamın ötesinde en doğru yapmış olduğum şeylerden bir tanesi üniversiteyle birlikte çalışma hayatını birlikte götürmem oldu. Özellikle büyük gruplarda çalışmış olmanın vermiş olduğu profesyonel bir birikim oldu. Özellikle, Koç grubunda Ram’da, İhlas grubunda bulunmak gerçekte profesyonel yaşamın basamaklarını bize biraz daha iyi göstermiş oldu. Tabi üniversite ve iş hayatı arasında bir tercih yaptık. Gerçekte tamamıyla iş hayatı mı, yoksa üniversiteye devam mı edeceğiz diye. Neticede, işle birlikte devam eden bir üniversite yaşamanın teori ve pratikte bizlere daha faydalı olacağını düşündük ve tercihimizi iş ve üniversiteyi kapsayacak şekilde geniş tuttuk. Dolayısıyla yüksek lisans ve doktorayı hem çalışıp, hem üniversiteye devam şeklinde yaptık. Şu an Reis Makina grubunun genel müdürlüğünü yapıyorum ve yapmış olduğumuz işin gelişiminde, iş ve üniversitenin birlikte yürütülmesinin katkılarını hep gördüm. Ekonomide uluslararası iktisattan yüksek lisans ve doktora yaptım. Şu anda bir kitap çalışmam var. Siyasetten ara verebilirsem, onu tamamlamayı düşünüyorum.

Birkaç cümle ailenizden bahseder misiniz?

1997 yılında İstanbul'da bir izdivaç gerçekleştirdik, bu izdivaçtan 3 tane evladımız var. En büyüğü 12 yaşında erkek. Şu anda 7. sınıfta okuyor, ortanca kızım var 9 yaşında 4. sınıfta okuyor. Bir de 5 yaşında yeni girmiş bir oğlum var. Eşim ev hanımı, eşim benim Arap asıllı, Güneydoğu Anadolu bölgesinden. Bizim ailemizde, Başbakanımız dediğimiz gibi tam bir Türkiye var. Çünkü eşimin ailesi, bir tarafı Kürt, bir tarafı Arap. Bu bakımdan ailemiz tam anlamıyla bir Türkiye mozayiğidir.

*Çayeli’nde hangi ilkokulda okudunuz? Biraz o yıllardan, Kuran Kursu döneminden de  bahseder misiniz?

Çayeli’nde 9 Mart İlkokulunda okudum. O zaman Zeliha Şerifoğlu isminde bir müdire hanım vardı. Muhtemelen emekli olmuştur. Bu arada ilkokul öğretmenin Mustafa Karahan hocamın bizim üzerimizde büyük emeği olmuştur. Rabbim, kendilerinden razı olsun, bu vesileyle kendisini minnet ve şükranla anıyorum. Bizim dönemimizde ilkokul 5 yıldı. İlkokul hayatım da enteresandır. Biliyorsunuz bizim Çayeli'nde Lale Lokantası diye bir işletmemiz var, lokantayla okul arası yakındır, öğleci ve sabahçı okurduk. Eğer sabahçıysam saat 13.30’da lokantada olmam gerekiyordu, o dönemde de çalışıyorduk. Öğleci olursam da akşam okuldan çıktıktan sonra gidip lokantada komilik yapıyordum. Belki iş ve okul tercihi bu yıllarda belleğimize kazınmıştır. Bu nedenle aile büyüklerimizin üzerimizde çok kalıc�� etkileri olduğunu her zaman düşünmüşümdür.

Belki biraz daha ötesi, ilkokul 4 ve 5 aynı zamanda benim fiilen kendimin ticaretle tanıştığım zamandır. Çünkü bizim kooperatif dediğimiz bakkal türü okul içinde bir organizasyonumuz vardı. Babamız esnaf diye bizi oraya koymuşlardı, biz teneffüslerde insanlara simit ve gofret satardık. Akşam da okul müdür yardımcısına (Nihat Kalyoncu) hocama  (Allah selamet versin) hesap verirdik. Çok güzel anılardır bunlar benim için. Zaten şu anda o yıllardan kalan dostluklarımız, birlikteliklerimiz halen devam ediyor. Yıllar geçiyor, eğer 10 sene önce, 20 sene önce, 30 sene önce güzel bir şey hatırlayamıyorsanız, o güzellikler içinde insanlar yoksa, yaşamın çok büyük bir anlamı yok. Ben şükrediyorum ki o güzellikleri yaşamışız. İlkokul sonrası Kur'ân kursu (Kaptanpaşa Kur'ân Kursu) hayatım oldu. Kur’ân kursu da aslında benim ilk aşamada arzu ettiğim yer değildi. Ama Allah hepsinden razı olsun, o kurumlar da zaman içerisinde çok farklı bir yere geldi. Türkiyede muhafazakâr insanın değerini, çocuğun değerini ve iyi çocuk yetiştirmenin nasıl olması gerektiğini artık kavradılar. Artık bir çocuğun bir çok şeyi değiştirebileceği bir dünyada yaşıyoruz. Kur'ân kursu hayatımız da iki yıl kadar sürdü. Orda hafızlığı bitirdim... 

*Okul döneminizde aile şirketiniz olan Lale Lokantasında çalıştığınızı söylediniz. İyi kuru fasülye yapabilir misiniz?

O konunun uzmanı ben değilim, kuru fasulye tarifim yok. Kuru fasulyenin servisini yapmayı bilirim. Çünkü ilkokul da dahil olmak üzere imam hatip son sınıfa kadar fiilen lokantada hem okuyan, hem de garsonluk yapan biriyim, mutfakta ise bulaşık yıkadım. Elbette bu işin ustası, kurucusu Babamdır ve yıllarca bu işletmeye harcamış olduğu emek ve özveri sayesinde Lale ismi tüm Türkiye’de bilinen bir marka isim olmuştur. İkinci nesil olarak içimizde Kuru fasulye pişirme işini bilen en küçük kardeşimiz Ömer Temurci'dir. İşi de zaten kendisi götürüyor. Biz de destek olmaya çalışıyoruz. Ben sadece Kur'ân kursunda yemek yapmış biriyim. Şöyle ki, hocalarımız dedi ki, "Babanızın lokantası var. Aşçı da yok, gidin yemek yapmayı öğrenin ve geldiğiniz zaman burada yemek yapın."60-70 tane talebeye yemek yapma, aşçı nöbetçi şeklinde birkaç arkadaş yemek yaptık. Zaman zaman bu soruyu kendime soruyorum, eşime de soruyorum: Düşünebiliyor musunuz, 13 yaşındasın, belli bir formatta, belli bir sorumlulukta yetiştirilmişsiniz ve oradaki insanlar sizden bir şey bekliyor. Siz o insanlara yemek yapıyorsunuz, temizlik yapıyorsunuz.

Küçük yaşlarda sorumluluk almanın söylemlerinizden çok önemli olduğunu anlıyoruz? Konuyu biraz açar mısınız?

Burada öyle bir noktaya geliyor ki, sorumluluk duygusu aslında çocukken veriliyor. Şimdi biz çocuklarımızı, öyle bir formatta yetiştiriyoruz ki bu dönemde, zaman zaman kendi kendimizi de eleştirmemiz gerekiyor. Çocuğa 20 yaşına kadar anne ve baba bütün herşeyi açıyor, herşeyi veriyor. Çocuk 20 yaşına geldiğinde de ondan çok büyük sorumluluklar istiyoruz. Sorumluluk demek, yani çocuk anlamaya başladığı yaştan itibaren ki bu 4 yaşını geçmemeli, çocuk öğrenmeye başlamalı, çocuk sorumluluk duymaya başlamalı. Çıkardığı elbiseyi asmalı, kitabını çantasına düzgün yerleştirmeli, derslerinde başarılı olmanın yolunu açabileceğimiz şekilde sorumluluk vermeliyiz. Her ne kadar çok iyi bir eğitim almasalar bile, geleneksel Türk kültüründeki eğitim havasını, bizim anne ve babamız tarafından bize çok iyi verildiğini düşünüyorum. Burada da en önemli şey sorumluluk. Çünkü sorumluluğu olmayan bir genç  hayatta başarılı olamıyor. O sorumluluğu aldıktan sonra toplumsal yaşam içinde genç başarısız olamaz. En büyük sıkıntılar keşke çocuklarımızı okulla birlikte, özellikle tatillerde biryerlerde çalıştırabilsek…. Çünkü çocuk hizmet etmeyi öğrendikçe nefsi kırılıyor. Yani çocuk sadece kendisi için değil, bir başka dünyanın da olduğunu, bu dünyada herşeyin kolay kazanılmadığını, belli bir mücadeleden geçildiğini bilmesi gerekiyor. Çocuklarımızın sınavlarda başarılı olmasını istediğimiz kadar, onların dersleri dışında birtakım sorumlulukları da olabileceği duygusunu geliştirmek, aslında gençlerimizi geleceğe hazırlamakla eşdeğer bir yaklaşımdır.

*Gerçekten de çocuklarımızla yeterince ilgilenemiyoruz. Bu ihmalin sebebi nedir?

Zaman ve imkân problemimiz var. Bir de tabii kültürümüz çok değişti. Ben 1980’li yıllarda hatırlıyorum, bizler otururduk, babamızla birşeyler konuşurduk. Hatta birlikte oyun oynardık. Çünkü o zaman televizyon kültürü daha farklı bir noktadaydı, internet yoktu. Biz bazı şeyleri de az biliyorduk, şimdi çok daha fazla şey bilen, çok daha az sorumluluk duyan, çok daha fazla beklentileri olan; ama bu beklentileri gerçekleştirmek için çalışma arzusu olmayan bir genç zümre ortaya çıktı. Elbette istisnalar mevcuttur. Bunun çok ciddi anlamda toplumsal bir hastalık olduğunu düşünüyorum. Burada da toplumun manevî mimarları var, zaman zaman annemiz babamız olabilir, zaman zaman bir hocaefendi olabilir, zaman zaman içinde bulunmuş olduğumuz bir sivil toplum kuruluşundaki önder olabilir. Ama mutlaka çoluk çocuğumuzun hatta kendimizin birlikte oturup sohbet ettiğimiz zaman birşeyler alabildiğimiz, dağarcığımıza birşeyler kattığımız insanlarla birlikte olmak lazım. Aksi takdirde büyükşehirlerin o büyük havası içinde kaybolup gidiyor nesiller.

*Sizin daha önce kurmuş olduğunuz, "Köprü Grubu" vardı. Biraz da ondan bahseder misiniz? Şu anda ne konumda, çalışmalar devam ediyor mu?

Köprü Grubu, yaklaşık 8 yıldır devam eden bir sivil toplum kuruluşu. "Köprü" isminden de anlaşılacağı üzere, bizler bu toplumun milli ve manevi tüm değerleriyle problemi olamayan, bu değerleri gönlünde hisseden tüm kardeşlerimizi bir araya toplamayı amaç edinmiş bir dostlar meclisiyiz. Referans sistemiyle çalışan, Türkiye'nin değişik yerlerinde üyesi olan bir dernek Köprü Grubu. Amaçları itibariyle bakıldığında Türkiye'de yetişen yeni neslin ve muhafazakar-milliyetçi insan yapımızın belli idealler etrafında düşünmesini, üretmesini ve paylaşmasını planlıyor. Gerçekten yeni nesil çok ciddi bir eğitim altyapısından geçiyor, gerçekten birçok konuya hakimler, ama bu gençlerin yada muhafazakar-milliyetçi insanlarımızın birbirini tanımadığı bir sosyal yaşamı paylaşıyoruz. Yani bugün muhafazakâr milliyetçi kesimin, bir Milli Türk Talebe Birliği yoktur. Rahmetli Necip Fazıl döneminden gelen o süreç Türkiye'deki değişimi planlamıştır.

Gençlik çok önemlidir, çünkü bütün sosyal ve siyasi olaylara yön veren aslında gençliğin kendisidir. Dolayısıyla üniversiteyi bitirmiş, muhafazakâr değerlere sahip ve bu toplumu bir yere götürecek insanlarla, her türlü bölgeden olabilir, her yerden olabilir, hiç önemli değil, yeter ki bu değerlere sahip olsun, birşeyler üretip Türkiye'nin geleceğinde siyaseten olabilir, farklı bir anlamda olabilir, ama birlikte hareket edebilme ruhunu verebilmek. Farklı cemaatlerden, farklı kültürlerden yörelerden insanlar var aramızda, güzel projelerde zaman zaman ortaya konuyor. Tabii ki büyükşehir yüzyüze ilişkileri bitiriyor, insanlar artık 'tvitt'erle, mesajla haberleşiyorlar. Ama Allah'a şükür bizim kendi içimizde en azından İstanbul ölçeğinde 100’ü aşkın aile birbiriyle görüşebiliyoruz, bu çok önemli bir şey. Burada derneğimizin, insanları buluşturan-tanıştıran özelliği ortaya çıkıyor.

Büyükşehir gibi bir ortamda çocuklarımız birbirini tanıyor. Siz köyünüzde ve ilçenizde sokağa çıktığınızda selam vereceğiniz çok fazla insan var, ama kendi yaşamış olduğunuz şehirde, ilçede veya oturduğunuz apartmanda alttaki komşunuzu tanımayabiliyorsunuz. Biz büyükşehrin bu büyük havası içerisinde, aynı şeyleri düşünebilen, aynı noktaya bakabilecek insanları bir araya getirip, onlarla farklı kulvarlarda birlikte olmayı deniyoruz, çok da başarılı olduğumuzu düşünüyorum. Sivil toplum kuruluşları gönüllü kuruluşlardır, buralara insanlara bir şey vaadetmiyorsunuz. Bir sohbet için zaman zaman hocaefendileri çağırıyoruz, zaman zaman üniversiteden hocalar çağırıyoruz, siyaset dünyasından insanlar çağırıyoruz, zaman zaman kendi içimizde uzman arkadaşlarımız var, bir takım projelerle bu kardeşlerimizi dinliyoruz. Burada tabi yapılmaya çalışılan şey aslında toplumda bir değer meydana getirmek. Yani hepimiz bir değer olabiliriz, ama birlikten güç doğarı biz Köprü Grubunda ismiyle müsemma kullanmaya çalışıyoruz. Onun için hiç bir taassuba, hiç bir fikri gericiliğe fırsat vermeden herkesi belli bir potada tutup herkesin söz söyleyeceği bir STK olduk.

*Çocukluğunuzda yayla hayatınız oldu mu?

İlkokul dönemlerinde rahmetli babaannem ve dedemle zaman zaman hayvanların peşine gittiğim olmuştur. Yaylacılık anlamında bakıldığında, benim doğduğum yıllarda, ailem şehre gelmişti, fiilen yaylada kendimizin bir evi olmadı. Ama komşularımızın, akrabalarımızın yaylalarda yerleri oldu. Biz kendi yaşıtlarımızla, ilkokuldayken, imam hatipteyken, yılda birkaç kez yaylaya çıkıyorduk. Yayla hayatı önemli tabii. Nasıl ki Çayeli'yle İstanbul arasında bir bağ kurmak istiyorsak, bizim geçmişimizle, bizim dedelerimizle, büyüklerimizle, onlar için de yayla hayatı çok önemli. Çünkü Türkiye'de toplumsallaşma veya sosyalleşme dediğimiz veya gelişme dediğimiz şey. Biz aslında oradan başlıyoruz. Yani Çayeli'ne inen bir büyükannemiz için yayla bir özlemdi. Ama İstanbul'a gelen için önce özlem Çayeli oluyor, Çayeli'ndeki o yaşlı insan için de yayla ve köy çok önemli. Bizim için de önemsiz değil, ama onların hayatında oradaki anılar çok daha fazla. Bizim anılarımız yılda bir defa, iki defa gidilmiş bir yer.

Bizim yaylalarımız, doğal güzelliklerimiz adeta gizlenmiş, pazarlanamamış. Yani keşke yaylacılık dediğimiz o kültür, bizde kalmasa. Bizim çocuklarımız da görebilse. Bu nasıl olabilir? Yayla kültürü dediğimiz, yayla turizmi dediğimiz oranın güzelliklerini de koruyacak şekilde geliştirebilecek bir vizyon ortaya koyabilsek. Özellikle yerel belediyecilik anlamında, bir takım yerleri ayağa kaldırabilsek. Bugün Çayeli'ne gidin bakın. Çayeli gerçekten farklı güzellikleri olan bir alan. Bunun ne kadar kullanabiliyoruz? Yani Rize'ye bugün giden insanların nereye gittiklerini biliyorsunuz. Ovid'e giderler, Ayder'e giderler ve dönerler. Çok fazla Rize'de o güzellikleri tadabileceğimiz bilinen bir yer yok. Ama bugün bizim köylerde, yaylalarımızda birbirinden güzellikler var. Özellikle yolumuz yapıldı. Bunlarla birlikte aslında bir yayla kültürünün de gelişmesi gerekli. Bölgenin ekonomisi için de gerekli. Bu tabi önümüzdeki dönem olur mu olmaz mı bilmiyorum. Ama bölgenin ekonomisi için de olması gereken bir şey. Çünkü bizim genişleme alanımız yaylalarımız.

*Bu konuda neler yapılabilir, öyle bir teklifiniz var mı?

Bir ara Çayeli'nde bulunduğum dönemde bir siyasi partide görev yaptım. O dönemde şöyle bir fikri çok dillendiriyordum: Bizim bu kadar köyümüz var, neden şikâyet ediyoruz? İnsanlar buraya daha fazla gelsin. İnsanlar daha fazla nasıl gelir, orada bir takım cazibe alanları oluşturmak lazım, yani biz bu yörenin insanları olarak, belli alanlar belirleyelim. Doğu Karadeniz'e gelen insanları adeta bir tur gibi, bir dağcılık gibi, bizim bu bölgeyi turlarla ziyaret edilecek yerler arasına sokalım. İnsanlar buraları bir görsünler. Orada tabi şöyle bir sıkıntımız var. İnsan kaynağı problemimiz var. Onun için diyorum ki, yerel yönetimlere, kaymakamlıklara çok iş düşüyor.

*HES tartışmalarıyla ilgili düşünceniz nedir?

Dünyada enerji çok önemli. Bizim Karadeniz'de geçtiğimiz yıl farklı köylerde yaptığımız sohbetlerde, şunu gördük. Herhangi bir köyde 3-4 abimiz HES'lerle ilgili çok olumlu düşünüyor. Diğer bir kısmı olumsuz düşünüyor.

Olumsuz düşünenlere bakıyorsunuz, "Burada belli insanlara yardımlarda bulunuldu, bize bulunulmadı" deniyor. Bence burada HES'i planlayanlar, bilinçli ya da bilinçsiz yöre insanlarında iki tane 'uç' oluşturmuş. Yöre insanı bile kendi içinde HES'lere karşı birlikte bir düşünce üretebilmiş değil. Bence yöremizin insanı, kendi bölgesinin gelişimine katkı sağlayacak hiç bir şeye hayır demez. Bence su kaynaklarının kurutulmaması, bu projenin gerçekte kaç tane HES'le buranın götürülebileceğinin bir fizibilitesinin yapılması lazım. Toptan hayırcılık yanlış, toptan evet demek de yanlış. Yöre için en doğru projenin uygulanması esas alınmalı.

Bir proje yapılmışsa, bunu akl-ı selim ile düşünmek lazım. Orada köylerimiz yalnız bırakılmamalı. Yani burada bizim bakanlarımız var, eski siyasetçilerimiz var, oranın kanaat önderleri var. Gerçekten bu yöreye zarar verecek, oranın doğal bitki örtüsünü değiştirecek, orayı çölleştirecek bir şeyse oranın insanı bu işe evet demez, diyemez. O proje doğru yönetilse, bölgede yeteri derecede HES olsa aslında bölge insanı da bundan çok kârlı çıkacak. Çünkü enerji üretilen bir yer demek, gelişen bir yer demektir. Bizim, ülke olarak buna ihtiyacımız var. Kimsenin de buna engel olma hakkı yok.

Dolayısıyla buradaki temel problemin öncelikle bölge insanı kendi içerisinde aynı düşünmesi gereken konuda farklı düşündürülmüş. Bir takım maddi imkanlar bir tarafa sağlanmış, diğer tarafa sağlanmamış. Doğruyu bulmada sıkıntımız var. Doğru olanın yöre için en hayırlı olan şeyin gerçekte 10 tane mi baraj burayı kaldırır, bunun hesabını kitabını bilimsel ölçüde yapıp, siyasetçilerimizle birlikte bazı makamlara götürmemiz gerekir. Aksi takdirde kendi içimizde tartışır dururuz. Çünkü bu, siyasetin ötesinde bir iş. Biz hepimiz aynı yörenin insanlarıyız. Doğru neyse onu söylememiz lazım. Benim için önce tespit gerekiyor, o konuda mahkemelerin vermiş olduğu kararlar var. Senoz Derneği’nin bu konuda yürütmüş olduğu çalışmalar var.

 *Senoz Vadisinin geleceği ile ilgili olarak ne düşünüyorsunuz?

Sadece bizim bölgeyi değil, Türkiye'nin çok az bir bölümünü tanıtabiliyoruz. Ve gerçekten girilmemiş, kullanılmamış arazilerimiz var. Bizim orada dikkat etmemiz gereken husus, nüfustur. Biz kesinlikle köylerimizin boşalmaması için neler yapabiliriz sorusunu sormalıyız. Çünkü boş köyler, insanı olmayan yerler önümüzdeki yıllarda kapanacak köyler demektir. Bunun için yerel yönetimlerle birlikte bir proje geliştirmek gerekiyor. İnsanlar artık yazlıklara geliyorlar, şuraya gidiyorlar, buraya gidiyorlar. Bizim büyük şehirlerdeki insanlarımızın, en azından yazın 3-4 ay gelip kalabilecekleri arazileri, evleri, yaylaları kullanılabilir hale getirmemiz gerekiyor. Belki bu ortak çabayla birlikte ortak projelere ihtiyaç var. 20 sene önce Ayder diye bir şey yoktu. Bu kadar gelişmiş bir yer değildi. Örnek vereyim: Bugün Çayeli'nde Rize'de yeni yeni oteller meydana çıkıyor. Çünkü bölgede popülasyonda bir değişme var.

Bizim Senoz Vadisiyle ilgili olarak genel hatlarıyla bakıldığında düşüncelerimiz de var. Mesela çok düşündüm, şimdi de halen düşünürüm. Kaptanpaşa'da Kur'ân Kursu var. Madenköy’de bir takım okullar, kuran kursu falan var. Kaptanpaşa’ya çıkıyorsunuz o bölgede bizim çok değerlerimiz var. Gerçekten yetişmiş çok alimlerimiz de var. Özellikle bölgede cami sayısının da neyle ölçüldüğünü bilen birisiyim. O bölgeyi farklı noktalarda, farklı lokasyonlarda bir eğitim ve kültür vadisine dönüştürebiliriz. Ama bu iş gerçekten çok emek verilecek, çok üzerine durulacak bir konu. Biz oralara ne kadar fazla genci, ne kadar fazla eğitimi, ne kadar fazla kültürü sokabilirsek oralar o kadar  hızlı gelişir diye düşünüyorum. Bunu sadece o vadideki insanlar değil, üst noktalarda oturan insanların da düşünmesi lazım. Düşünebiliyor musunuz, Çukurluhoca'da, Kaptanpaşa’da, Madenli’de okullar kuruyorsunuz. Al sana Senoz Eğitim Vadisi…

Bizim Senoz Deresinde çok ciddi alimler yetişti. Dolayısıyla o bölge bunu hak ediyor diye düşünüyorum.

Herşey çok daha kolay yönetilebilir. Bizim eskilerimiz hatırlarlar, söylerler. Katırlarla gidip gelirlermiş Çayeli’ne. HES’ler o bölgelerde olması gereken kadar olursa sonuçta bunların yönetilmesi için, burada çalışan insanlar olur. Bölgenin dokusunu bozmadan, bölgeye madden ve manen katkı sağlar.

*Senoz Vadisinin bu yönü yeterince bilinmiyor, gençlerimiz de bilmiyor haliyle?

Evet, mesela Feyzi Hoca'yı ben bile yeni öğrendim. Benim babamın dedesi oluyor. İstanbul’da, Osmanlı'nın son döneminde 10 sene baş müderrislik yapmış bir kişi. Yazdığı eserler var. Biz bunları hiç bilmiyoruz. Ama tabi o insanların en önemli yaptıkları şey, o bölgenin manevi yönü varsa, tohumu atan onlar aslında. Bu çok önemli. Bizim deremizde hâlâ o kurumlar varsa oralardan çok farklı insanlar çıkıyorsa, bunun çok önemli olduğunu düşünüyorum. Bölge insanının o manada o değerlere sahip çıktığından dolayı Rabb'imin takdiridir. O bölgeden yetişen insanlar hala Türkiye’de çok önemli vazifeler yapıyor.

 *Siz de gençsiniz, ama yine de soralım: Gençlere tavsiyeleriniz var mı?

Konuşmasının başında da söyledim. Dünyada bütün sosyal ve siyasi değişimleri hazırlayan gençliktir. Rusya'da Bolşevik ihtilalini yapan gençlikti. Kendini dönüştüremeyen, çağa ayak uyduramayan komünizmi 1991’de yerle bir eden de gençlikti. Fransız ihtilalini yapan da gençlikti. Ama Türkiye çok önemli. Bizim kendi ülkemizde gençlik dendiği zaman, üzerine filmlerin yapılabileceği bir şey.

Şunu söylemeye çalışıyorum. 1800 yılları ortasından itibaren Avrupa'ya kendi medeniyetini ve kültürünü beğenmeyip "Gidin Avrupa'yı öğrenin, orada öğrendiklerinizi gelin bu ülkeyi değiştirin" denilen bir gençlik ve Jön Türkler gerçeği var. O gençlik Türkiye’yi Avrupa’ya taşımaya çalıştı. O yılları bir bakıma Tevfik Fikret’in Haluk’u temsil eder. Tevfik Fikret, bütün gençliğin "Haluk" gibi olmasını ister. Haluk; toplumun değerlerinden uzak bir gençtir. Ama Tevfik Fikret bütün gençliği böyle olsun ister.

Ama aynı yıllarda bu ülkede bir kurtuluş mücadelesi verilmiştir. Mehmet Akif ne demiştir? "Asım’ın nesli" demiştir. "Asımın nesli" de zaten kurtuluş mücadelesini bu ülkede gerçekleştiren sorumluluk alan bir gençlik. Herşeyi değiştirme yeteneği olan bir gençlik. O gençlikten sonra Milli Türk Talebe Birliği gibi kuruluşlar ortaya çıkmış. Bu ülkenin bütün değerleri o yıllarda tohumları atılmış olan şeylerden geliyor. Asım’ın nesliyle Haluk’un neslinin mücadelesi yaşanmış. O iki nesil arasındaki mücadele hiç bitmedi, devam ediyor ve devam edecek. Gençlik o kadar güzel birşey ki. Bazen dost sohbetlerinde bile insanlara iltifat için "ne kadar gençsiniz" deriz. Gençlik iltifat için kullanılan bir şey. Ama burada dikkat edilmesi gereken bir konu var. Biz gençlere genellikle şöyle bir haksızlık yapıyoruz. Hep söze başlarken, benim zamanımda, bizim zamanımızda diye başlıyoruz. Allah için bizim zamanımızda veya sizin zamanımda gençlere ideolojik anlamda bir takım şeyleri yükleyebilecek, fikirsel altyapılarını oluşturabilecek çok büyük değerler vardı. Şimdi yok demiyorum. Ama gençliğin o kanallara yönlendirilmesinde ciddi sorunlarımız var. Daha fazla internet gelişti, ama sorumluluk duygusu az bir gençlik. Herşeye kolay ulaşmaya çalışan gençlik. Bizim zamanımızda bizi oralara yönlendiren değerler, şu anki gençlikte oluşturulamadı. Bizim gençliğimizde, bizim dönemimizde diye söze başladığımızda, o bizim dönemimizde o kanalları açanlar vardı.

Şimdi sizin çocuğunuz evde diyor ki, internetten pizza siparişi verelim. Bırakın interneti bizim dönemimizde gazeteyi bile zor görüyorduk. Bu ülkenin milli ve manevi değerlerine sahip çıkan, saygı duyan, bir medeniyet algısı olan gençliğe ihtiyacımız var. Kendisinden utanmayan, babasının sakalından, annesinin başörtüsünden, herhangi bir değerinden utanmayan ve herkese ve her fikre saygılı bir gençliğe ihtiyaç var. Selam veren bir gençliğe ihtiyaç var. Bu ülkenin tüm değerlerine artısıyla, eksisiyle sahip çıkılmalı. Aksi takdirde gençlik sürekli bölünen, sürekli kavga eden bir gençlik olur. Unutmamamız gereken şey; bugün gençlikle ilgili bu sorunları konuşup çözüm üretmezsek, yarın bu gençlik bu ülkenin en büyük sorunu olabilecektir.

Ropörtaj: 53 rize dergisi

Editör: TE Bilisim