Ramazan Kosanoğlu K'lemurişi

Öncelikle belirtmek isterim ki; Kültürün parçası olan her şeyin zamanla kaybolduğunu hatta bu yazdıklarımızın hepsini geçmişte yaşadığımız halde günümüzde şaşırarak okuduğumu fark ettim. Bu nasıl bir değişim ki bunları yaşayan biz bir zaman sonra şaşırıyoruz? Bu kadar kısa zaman içinde nasıl olur da bunların dışında kaldık? Gerçekten bunun üzerinde kafa yormak lazım. Bunun adı değişim de denebilir küreselleşme de. Her ne ise adı beraberinde kültür kaybına neden olduğu da açıktır.
Bu makalede çocukluğumun geçtiği ve hâlâ burada yaşadığım Fırtına Vadisi / Mek’alesk’irit bölgesinde yaşanan ve yaşanmaya devam edilen adına “bâtıl” denilse de kültürümüze yerleşen yaşanmış  olaylara değineceğim. Bu gibi kültürel aktarımlarda “sansür” uygulanıp “kötü” sanılan ritüelleri aktarmamak yaşanmışlığı örtbas etmek ile aynı görüyorum. Kültürler “kötü” dahi olsa gelecek nesillere aktarılmalıdır diye düşünüyorum.

 

Bu yazımda birçok yerde geçen “günah” kavramı Lazlarda iki şekilde kullanılmaktadır.
1. Yapılması uygun olmayan, uygunsuz şeyler.
2. Acınacak durumda olan, acınası kimse.


Bu çalışmayı bir çak guruba ayırmak mümkün. 3 dizi halinde yayınlamayı palnladığımım yazı dizisinin ilkini Aile hayatı  ile başlamak istiyorum.

NIŞANLILIK DÖNEMİ

Lazlarda nişanlanma süreci akraba tavsiyesi, kız-erkeğin uzaktan bakışmaları, birbirlerini beğenmeleri ile başlardı doğal olarak. Nişanlı kalma süreleri genelde 2 yıldan az olmazdı. Nişanlı kalma süresi ne kadar uzun olursa o kadar nişanın bozulacağı inancı taşısalar da kız tarafı uzatabildiği kadar uzatırdı. Nişanlanır nişanlanmaz kız tarafına eşyalar alınırdı. Elbiseleri almaya kız tarafından gelin adayı, kız kardeşi, annesi giderdi. Babanın gitmediği de olurdu. Enişte tarafında ise eniştenin anne-babası, yakın bir teyze/hala alınırdı. Eniştenin elbise almaya gitmediği de olurdu. Evlenmeyen iki insanın birbirleri ile rahat edemeyecekleri, utandıkları içindi.  Her gelin adayına muhakkak en az 1-2 takım elbise alınırdı. Elbiselerin yanında ise muhakkak altın takılar da olurdu. Gelin adayının yakınlarına özellikle geline eşlik eden kız kardeşine, gelinin ana-babasına selamlık elbiseler alınırdı. Yakın tarihe kadar bunlar evliliğin temel şartlarındandı.
Nişanlı kalındığı dönemde damat adayı gelin adayını zannedildiği gibi dilediği zaman göremezdi. Hatta konuşamazdı bile. Ancak yolları kesişir, aileleri bir araya gelir iseler. O da uzaktan uzağa, konuşmak büyük bir nimet idi. Nişanlıkta “elatu” denilen ritüel vardı Lazlarda. “elatu” bir yanını kapatmak anlamına gelmektedir. Elatu ritüeli Nişanlı olan kızın gelin olacağı evin ve yakın akrabaların gördüklerinde başörtülerinin o kişiye yakın olan taraftan yüzünü kapatılmasıdır. Kadın veya erkek kim olursa olsun gelin adayı bunları gördüğünde saygıdan dolayı yüzünü kapatırdı.. Bu Lazların bir geleneğidir. Bu ritüel saygıdır. Evleneceği insanın yakınlarına bu şekilde saygı gösterilirdi. Eğer gelin adayı yüzünü kapatmıyor ise “istemiyorum” anlamına geliyordu. Her davranışın bir anlamı vardı. Konuşmakdan duygularını anlatmak mümkün idi.
Gelin adayı evleneceği kişinin erkeler dahil  yakınları dışında yüzünü kapatmıyordu. Bir çok ritüel gibi bunları da kaybettik.

 

CETORU/kız kaçırma
Cetoru “aşağıya doğru sürükleyerek çekmek” anlamına gelen bir kelime. Deyimde ise “kız kaçırmak”
Birçok toplumda olduğu gibi Lazlarda da geçmişte yaşanan bir durum idi.

Kız kaçırma başvurulan son yöntem idi. Kaçırma girişiminde bulunma nedenlerine baktığımızda özellikle birbirlerine seven gençlerin aileleri olur vermediklerinde erkek tarafı kızı kaçırma girişiminde bulunurdu. Erkek tarafının yeterli görülmemesi günümüzdeki olaylarla hemen-hemen aynıdır. Eniştenin uygun görülmemesi kızlarının daha iyi yaşam koşulları sağlayacak biri ile evlendirmelerinden kaynaklanıyor idi. Çok az da olsa zorbalıkla kızın kaçırıldığı da olmuştu.  Günümüzde ise kız kaçırma olayı neredeyse yok.


 “ANA SÜTÜ” PARASI

Lazlarda başlık parası konusu diğerlerinden biraz farklılık göstermektedir.  Bir kaç açıdan yaklaşmak lazım bu konuya. Kırsal bölgelerde yaşayan Lazların kızlarını evlendirirken yukarıda da enişte seçimine dikkat ettikleri husus kızlarının refah ve güvence içinde yaşamalarıdır. Bu anlamda kızlarının itilip kakılmaması, değerinin bilinmesi ve güvence altında olması açısından diğer toplumlardaki “başlık parası” olarak bilinenden farklı olarak “süt parası” denmektedir. Sütten kasıt annedir. Evlilik yaşına kadar besleyen ve büyüten annenin önemsendiğini fark ettirmek için verilirdi. Başlık parasına yakın olan durumlar da vardı. Bunun için o dönemi hatırlamak lazım. 1900’lu yılların ardından köylerde yaşamlarını sürdüren Lazlar en yakın ilçeye yürüyerek bir günde gidebilen, devletin yüzünü ömründe sadece mısır ve tahıldan vergi isteyen memurları gören insanlardı. Yetiştirdikleri mısırları vergi memurunun aileye ne kadar yeteceğine karar verdikten sonra köyde yaşayanlardan 1 günlük yaya yolunu sepetlerle vergi toplama bölgesine götürmeleri isterlerdi.  Kalanlar hiçbir aileye yetmezdi. Böylesine yaşamlarını sürdürmüşlerdi. Dolayısı ile yoksul bir halk vardı. Bu yoksul halkın şaşalı düğünlerinden bahsetmek mümkün değildi. Kendi aralarında tulumlu düğünler yapılırdı. Düğün için yemek haricinde paralar harcanmazdı. Dolayısı ile kızlarını komşunun evine gönderir gibi evlendirmek istemezlerdi. Kızlarının değerli olduğunu ana sütü parası istenerek anlatmak isterlerdi. Bu para sembolik bir değerdi ve "nargi" dedikleri toplum tarafından belirlenen bir ücret idi.  Kızlarını evlendirmenin ilk şartı iyi bir yere, toprağı bol alan, yaşamını rahat sürdürebilen insanlar olurdu. Ana Sütü parası bu ölçü sonrasında yer alırdı. Ana Sütünün ne kadar olacağı her ne kadar kız tarafından belirlense de erkek tarafının ne kadar ödeyebileceği, maddi durumu göz önüne alınırdı. İslamdaki "Meyir" ile aynıdır diye düşünüyorum.

 

AİLENİN YANINDA ÇOCUK SEVMEK

Lazlarda bir anne ve babanın yanında kendi çocuğunu kucağına almıyor, eşi ile ilgilenemiyor hatta konuşamıyor idi. Bu benim yetiştiğim dönemde de vardı Fırtına vadisinde.
O dönelerde yaşadığımız bu olayı şimdi tuhaf karşılamaya başladım. Bazen düşünüyorum da o günleri biz mi yaşadık? Kısacık hayatımızda bu kadar çabuk değişiyor olamayız. Gerçekten onları yaşadık mı? Diye kendime sormuyor değilim. Anne babasının yanında kendi eşi ile konuşmuyor, çocuğunu sevemiyor hatta daha fazlasını yapmıyor idi. Bunu eskilerimize özellikle sordum. Neden böyle yapılıyordu? “saygı” dediler bana. “hiç benim ektiğim çocuğum kendi çocuğunu yanımda sevebilir mi?”  diyenlerin oluşu bu durumun saygılı kılması biraz da mahremiyet ile ilgili olduğunu düşündürüyor bana. Hiç kimse bu durumdan şikâyetçi değildi. Saygı çerçevesinde, saygı adına insanlar en büyük keyiften mahrum kalsalar da asla şikâyet etmezlerdi. Bu onlar için büyüklerinin ne kadar değerli olduğunu anlatmanın en önemli belirtisi idi. Yüksek sesle konuşmak, aile kararlarına itiraz etmek, toplumun değerlerine ters düşen fiillerde bulunmak, yaşlılara itaat etmemek, hürmet göstermemek görüşmüş şey değildi. Ne yazık ki günümüzde bu saygı göstergesinin neredeyse tümünü kaybettik. Bırakın aile kavramını çocukları bakkala göndermek mümkün değil. “git kendin al” der hale geldik. Bu toplumun değerlerini sembolik de olsa yaşatmak lazım. Gelecek nesiller bu kültürden uzak olmaması toplumun değerleri açısından faydalı olacak. Saygıya en çok ihtiyacımız olduğu bu dönem aslında kültürümüzün yozlaşmasının bir uzantısı olduğunu düşünüyorum. 

 

YOXO CET’AXU/adı çıkmak
Kelime anlamı “isim kırmak”, deyim olarak ise“ biri ile adı çıkmak” anlamına gelmektedir.
Evlilik çağına gelmiş bir kız ve bir erkeğin o dönemlerde yan yana gelmesi çok insan tarafından uygun görülmemekte idi. Evlilik çağına gelmiş bir kız ve bir erkeğin yan yana gelmesi sakıncalı bulunurdu o dönemlerde. Sevgililer birbirlerine olan sevgilerini komşuluklarda, kalabalık ortamlarda uzaktan bakarak severler, bazen de gizli yerlerde yol üzerinde denk geldiklerinde bakışırlardı. Aile ziyaretlerinde bu gençlerin evin her hangi bir bölümünde buluştukları da olurdu. Bir erkek bir kızı beğendiğinde bunu karşı tarafa farklı şekillerde belli ederdi. Kız tarafı da olur verirse evliliğin temelleri atılır, kız istenirdi.  Evlilik çağındaki bu gençler eğer bu toplum kuralına riayet etmeden her yerde ulu orta buluşup toplumun değerlerine ters düşen “uygunsuz” hareketler sergiler ise bu iki genç adları çıkardı. Adlarının çıkması bu iki insanın evlenmeleri demektir.   Adı çıkan iki insana toplum tarafından hoş bakılmaz, evlendirilirdi.


ÇXİNDİ ETZAK'ORU 
Gelin evlendiği yere gittiğinde nişanlılıkta yaptığı saygının bir uzantısı olarak başörtüsü ile burnu ve aşağısını kapatarak saygıya devam ederdi. Bu kapatma kayın babası (mtiri) kendisine hediye alıncaya kadar devam ederdi. Buna da Lazcada Cxindi etzak’uri deniyor.


BUNDAN SONRAKİ YAZILARIMDA:
GECE TIRNAK KESMEMEK
LİVADİ DİDANA

KAPI EŞİĞİNDE OTURMAMAK
ÇİK’A (CADI)
PERİLER
GECE AYNAYA BAKMAMAK 

SAÇLARI DIŞARI ATMAMAK
SÜTDİŞİNİ ÇATIYA ATMAK
GECE DAMLALAIK DIŞINA  İŞEMEK

İNCİR AĞACINDAN DÜŞMEK / MESVARAPU

AY TUTULMASINDA EZAN OKUMAKOK’ORETSXU /ÖLÜYE AĞIT

TOLİ ORİK’U
XE OÇAMİNU
BURUN KAŞINMASI


konularına değineceğim.
Guri k'ite....
 [email protected]