Günübirlik Hayatlar Üzerine...  

Kitaplar arasında geçen bir dönemde Irvin D. Yalom imzalı "Günübirlik Hayatlar" geçti elime. Aslında yine aynı yazarın "Nietzsche Ağladığında" eserini okurken karşılaştım bu kitapla. İsmi ilgimi çekti. Tesadüf bu ya, aynı kitabı paylaştığım arkadaşımın da ilgisini çekmiş ve benden önce alıp, okumaya başlamış. Aynı kitap, aynı cümleler ve oluşturduğu farklı, bambaşka, kimi paralel, kimi zıt düşünceler. Ne de olsa herkes kendinden bir parça bulup, dahil olmaya çalışıyor her esere. Merağım gittikçe artarak okumaya başladım. Şöyle bir alıntıyla başlıyordu kitap :

  • Hepimizinki günübirlik hayatlar; hatırlayanın, hatırlanandan farkı yok. Hepsi geçici. Hem anılar, hem de onların nesnesi. Her şeyi unutmuş olacağın günler kapıda, her şeyin seni unutacağı günler yakın. Bil ki çok geçmeden hiç kimse ve hiçbir yerde olacaksın.          (Marcus Aurelis, Düşünceler)

    Herkese göre farklı ya yazılan, durup anlamak istedim. Bazen farklı bir cümle okuyup, "Olağandışı!, Mükemmel!, İşte bu!" diyerek hayatın şifresini çözmüş gibi hisseder, kaptırır gideriz kendimizi. O anda sanki yaşadığımız hayat noktalanır da, yeni ufuk belirir bizim için, doğuşumuza sebep olacak olan. Ama ben bu paragrafa bu lüksü yaşatmak istemedim. Belki de içimdeki hisler ve yaşadığım zaman buna müdahale etmek istedi de denilebilir, bilemiyorum. Defalarca okudum, farklı açılar geliştirmeyi denedim, kendimce bir şey ifade etmeye çabaladım ve yoğun düşünce akımından günümüz toplumunda kullanılan klişe tanıma atfen şu çıktı:

 

"Madem yaşanan günübirlik hayat, madem yaşanan "an" önemli olan, "anı" niye meşgul ediyor zihinleri, niye unutulmayı bekliyor bir köşede!"

   Kitaptaki bölümleri okumadan, sadece paragrafa ve kendimce yorumladığım tabire, toplumun kullandığı klişe usluptan dolayı tepki olarak verilen bir yanıt aslında belirttiğim. Yaşanılan zamanı, hissedileni önemsemiyor, hatta o kadar küçümsüyor ve etkilerini yansıtmaktan korkuyoruz ki, tek başımıza anılarla boğuşuyor durumda buluyoruz kendimizi, gardımızı alıp karşıya yansıtmamakta direterek. Belki de tanımlayamıyoruz içimizdeki hisleri ya da korkuyoruz hissetiklerimizden veya cesaretimiz yok sırtlanıp, ileriye taşımaya, kim bilir; yargılamıyorum elbette. Ama bu kadar basit kestirip atılmasını izlerken de nötr kalamıyorum işte.

Peki ya siz nasıl tanımlıyorsunuz yaşadığınız hayatı ya da tanımlayabildiğiniz gibi yaşıyor musunuz, yoksa bu gibi cümlelere kapılıp, gerçeğiniz ve cümle arasında savrulduğunuzdan bihaber misiniz?

Sadece merak benimkisi...

Editör: TE Bilisim