Bir kalıptan çıkmış meyve ve sebze tüketiyoruz…
Tıpkı tornadan çıkmış eşyalar gibi…
Aynı model, renk, büyüklük…
 
Bir önceki yazımda “Yerli Tohum Geleceğimizdir” başlığıyla ilkokul yıllarımdaki anılarımı siz okuyucularımla paylaşmıştım…
Öğretmenimiz, bizlere “Yerli tohum geleceğimizdir ve üzerinde hassasiyetle durmamız gereken milli bir konudur” hatırlatması yaptıktan sonra sınıfta pamukta fasulye çimlendirmeyi ve okulun arka bahçesinde fasulye ekip yetiştirmeyi öğretmişti…
Günümüzde yerli tohumun geldiği noktaya baktığımızda durumun pek de iç açıcı olmadığını hepimiz görebiliyoruz. Son yıllarda uygulanan yanlış tarım politikaları nedeniyle, yerli buğday başta olmak üzere birçok tohum kaybolmaya yüz tutmuş, yerine genetiği değiştirilmiş (GDO), kısır gen olarak da adlandırılan tohumlar ithal edilmiştir. Gelinen sonuç, çiftçilerimizi GDO’lu/kısır genli tohumlara bağımlı hale getirmiştir…
Yaşanan bu sıkıntının hangi boyutta olduğunu çiftçilerimize sorduğumuzda aldığım cevaplar ortak noktada buluşmaktadır;
“Kısır gen takılmış tohumlar, ilk yıl çok verimlidir. İkinci yılda verimi azalır, üçüncü yılda ise verim vermez hale gelir.”
Uzmanlarımız ise, kısır genlerin sadece kendini kısırlaştırmadığını, bunu tüketen insanların ve hayvanların kısırlaştığını söylemektedir.
Erciyes Üniversitesi Fen Fakültesi Fizikokimya Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Abdullah Çoban hocamız, “Birkaç yıl önce yapılan bir araştırmada 18-25 yaş arasındaki gençlerimizde bu nedenlerle kısırlaşma meydana geldiğini, alınan gıdalara dikkat edilmediği taktirde bu oranın yüzde 50’ye ulaşacağını” belirtmekte ve şöyle devam etmektedir: “Yerli tohumlarımız 5 bin yıldır kullandığımız buğdaydır. 10-15 yıldır yerli buğdayları ülkemizin çeşitli bölgelerinde araştırdım. Diğer buğdaylarla kıyaslandığında, ithal buğdaydan daha verimlidir. Protein analizlerini yaptım. Analizlerimizde, ithal tohumdan üretilen buğdayın protein miktarı yüzde 8 civarındayken, bizim buğday yüzde 14’tü. Şu anda aynı tohumları organik olarak gübreleyip yetiştirdiğimizde, buğdayımızın protein miktarı Dünya standartlarının 3-4 puan üstünde bir ortalama ile yüzde 17’lerde yer almaktadır.”
 
Konu yerli tohumdan açılmışken, günümüzde tüketilen GDO’lu sebze ve meyvelerin insan vücudunda ve diğer canlılarda yaptığı tahribatlara baktığımızda, yerli tohumun geleceğimiz için üzerinde hassasiyetle durmamız gereken milli bir konu olduğu bir kez daha açıkça anlaşılmaktadır.
Pazardan, manavdan ve marketten aldığımız sebze ve meyvelerden bir tat alamadığımızı hepimiz çok iyi biliyor ve günlük hayatımızda da deneyimliyoruz. Hatta çoğu zaman “Satın aldığımız domatesi yerken domates mi yoksa salatalık mı yiyoruz hiç belli değil… Ne tat var ne de koku.” diye düşünebiliyoruz. Hepsi adeta bir kalıptan çıkmış gibi… Dış görünüşleri çok güzel, içleri ise ya su dolu ya da kof çıkıyor…
Bu yüzden Yerli tohumların korunması ve gelecek kuşaklara aktarılması için zaman kaybedilmeden bir yol haritası çizilmeli… Geniş katılımlı, proje bazlı çalışmalar başta köylerde olmak üzere “yerli tohum” envanterlerinin çıkarılması yönünde olmalı… Elde edilen envanter doğrultusunda haftanın belli günlerinde merkez ve ilçelerde kurulan pazar yerlerinde ya da yerel yönetimlerin gösterecekleri yerlerde önce yerel tohumun takası, sonrasında ise “yerel tohum ürünleri satış günleri” etkinlikleri yapılması sağlanmalı… Buna bağlı olarak zaman kaybetmeden yeni üreticilerin bulunması için yelpaze genişletilmeli, önce komşu il ve ilçelere, sonra bölgeye ve hatta Türkiye geneline duyurular yayılmalı…
Sonuç olarak, İl ve İlçe Ziraat Odaları başta olmak üzere, kamu yararına çalışan tüm STK’ları ” Yerli tohum geleceğimizdir ve üzerinde hassasiyetle durmamız gereken milli bir konudur” şeklinde haykırmaya davet ediyorum.