Gazetemiz Ardeşenin Sesi, yayın hayatına başlayalı ikinci yılını bitirmiş, üçüncü yaşına yeni girmişti… Hurufat adı verilen uzun ve zahmetli bir baskı hazırlığı olan gazetemiz, daracık mekânında kurulduğu günden beri salı günleri kusursuz bir şekilde okuyucularıyla buluşuyordu…

Kahyaoğlu Aile Çay Bahçesinin hemen girişinde küçük bir kulübede hizmet veren Ardeşenin Sesi Gazetesinde, gazetenin kurucusu saygıdeğer öğretmenim Sedat Kahya’nın yanına gittiğimde, benim için hazırlattığı ekmek arasını hemen uzatmış ve aç karnına çalışılmaz oğul demişti… Yemeğim bittiğinde Foto Arzu’da tabettirdiğim fotoğraflarımı kendisine göstermiştim. Öğretmenim, daha önce özet olarak yazdığım “bir öğrencinin hafta sonu tatilinde köy yaşantısı” metnini Fransızca ’ya çevirdiğini söyleyerek, fotoğrafların arasından seçtiği birini bana gösterdi. “Sabri, seçtiğimiz bu fotoğraf senin yazdıklarını destekler nitelikte. Tercüme ettiğim yazını daktiloya çektikten sonra, göndermek istediğin derginin adresini getirir getirmez, PTT ile göndeririz. Posta masrafını da ben karşılayacağım.” dediğinde içim kıpır kıpır olmuş ve büyük bir heyecan sarmıştı yüreğimi…

Fransızca olarak yayınlanan doğa dergisini ilk kez ilçemizdeki kamu kurumlarından birinde görmüştüm… Köy, yayla ve doğal yaşamı da içine alan fotoğraf ağırlıklı dergi, çok ilgimi çekmişti. Acaba bu dergiye bölgemizden bir fotoğraf ve fotoğrafı destekleyecek birkaç satır göndersem yayınlarlar mı? diye kendi kendime düşünmüştüm. Derginin idari ve basım yerinin adresini müsvedde olarak kullandığım sarı yapraklı defterime yazmıştım.

Bir sonraki gün sarı defterimde yazılı olan derginin adresini öğretmenime götürdüm ve “Adresi getirdim öğretmenim" dedim. Öğretmenim zarfın üstüne daktiloyla derginin adresini yazıp, içine Fransızca ’ya çevirdiği metin ile fotoğrafı koyduktan sonra zarfı kapattı ve "Zarfı PTT'ye kendim götürürüm" dedi. Heyecan, şaşkınlık, huzur ve belki çok daha fazlasını hissederek kendisine teşekkür ettikten sonra doğruca okulun yolunu tuttum...

İki hafta olmuştu mektup Fransa'ya doğru yola çıkalı... Bilgi almak için Ardeşen PTT'sine giderek, normal tarifede bir mektubun Fransa'ya kaç günde gittiğini sorduğumda, aldığım cevap en az 15 gün olmuştu... Bu bilgiyi öğretmenime götürdüm. Öğretmenim, "Bak evladım, gönderdiğimiz zarf 3 hafta içinde ellerine ulaşsa bile, dergi idarecilerinin ellerine geçen yazı ve fotoğrafı dergiye koyup, koymayacaklarını bilmiyoruz. Hem koymaya karar verseler bile, dergi üç ayda bir yayınlandığı için bize ulaşması zaman alacaktır. Gönderici adres kısmına Ardeşenin Sesi Gazetesi olarak yazmıştım. O yüzden gönderdiğimiz yazı ve fotoğrafın akıbetini Fransa'dan gelecek olan mektupla öğreneceğiz…” dediğinde biraz rahatlamıştım.

Öğretmenime; “Onca işin arasında benim için yaptıklarınızdan dolayı size çok teşekkür ediyorum. Bu iyiliğinizi hiçbir zaman unutmayacağım öğretmenim.” dedikten sonra kendisinden okula gitmek içim izin istedim. Öğretmenim arkamdan seslenerek, yarın öğle paydosunda muhakkak gazeteye gelmemi istedi…

Bir gün sonra öğle paydosu olur olmaz soluğu öğretmenimin yanında aldım. Öğretmenim, “Tam zamanında geldin. Bugün beraber öğle yemeğinde kahvaltı yaparız. Şimdi sen çay ocağından iki büyük bardak çay kapıp gel bakalım. Sen gelene kadar öğlen kahvaltımızı hazırlamış olurum...” Öğretmenim tarafından hazırlanan öğlen kahvaltısını keyifle yaptıktan sonra, bana “Genç yaşta bu işini seversen başarılı olursun. Biraz zahmetli ve uğraş isteyen gazetenin basılmadan önceki aşamalarının neler olduğunu sana göstereceğim.” dedi  ve bana bir şeyler anlattıktan sonra, parça kağıt üzerinde yazılı olan 5 kelimelik cümleyi metal bir kasnağın içine dizmek için çekmecede bulanan metal harfleri yan yana dizmemi istedi… Kelimeleri oluşturmak için gerekli olan metal harfleri çekmecede ararken, Hurufat denilen bu baskının ne kadar zahmetli ve zor bir iş olduğunu anlamıştım…

Ben 5 kelimeyi 20 dakikada yazarken, öğretmenim gazetenin bir tam sayfasını bitirmek üzereydi… Gazetenin ne zaman ve nasıl basılacağını merak ederken, öğretmenim sanki beynimi okur gibi cevap vermişti sorularıma…. Baskının salı günü sabah yapılacağını ve öğleyin dağıtılacağını söylediğinde dizdiğim 5 kelimelik yerin gazetede nasıl çıkacağını düşünmeye başlamıştım.

Salı günü öğlen paydosunda her zamanki gibi Öğretmenim Sedat Kahya’nın yanına gittim. “Hoş geldin evladım, bu gazeteleri kâğıdın üzerinde yazan kurumlara götür, gelince öğlen kahvaltımızı beraber yaparız” dedi. Gazeteleri kaptığım gibi bir solukta verilen adreslere götürüp dağıttım. Ardeşenin Sesi Gazetesine geldiğimde kahvaltı hazır, sadece çaylar eksikti. Eksikleri tamamlama görevi de zaten bana aitti…

Çayları kaptığım gibi öğretmenimin karşısına geçtim ve birlikte kahvaltımızı yaptık. Bitmek üzereyken öğretmenim bana bir zarf uzattı ve içinde gazeteleri dağıttığım için bir miktar para olduğunu belirtti. Bunu kabul edemeyeceğimi söylediğimde “Bu para senin hakkın. Gazetenin basıma hazırlanmasında ve dağıtılmasında senin de katkın var. O yüzden bunu almalısın.”

Öğretmenim, “İleride gazeteci olmak istersen, işi tezgahından öğrenmeli ve sabretmeyi bilmelisin. Ancak bu şekilde mesleğinde başarılı olursun” dediğinde bugünkü mesleğime ilk adımımı atmanın zaman gerektireceğini ve azimle çalışmanın sonucunu başarıyla göğüsleyebileceğimi anlamıştım… O gün öğretmenimin bana verdiği öğüt mesleğimin başlangıcı olarak beynime nakşedilmişti...